George Orwell Politika ve İngiliz Dili (1946)

George Orwell’in 1946’da yayınladığı ve Prof. Dr. Ahmet E. Uysal tarafından 1977’de çevirilen yazının orjinal metni için tıklayınız.

Konuyla ilgili herkes İngiliz dilinin kötü bir yolda olduğunu kabul etmektedir ancak genelde, bu konuda bilinçli önlemlerle herhangi birşey yapamayacağımız varsayılır. Medeniyetimiz çökmektedir ve dilimiz – söylediklerine göre – bu genel çöküntüden payını kaçınılmaz bir şekilde alacaktır. Dilin istismarına karşı verilen her mücadele mumu lambaya veya faytonu uçağa tercih etmeye benzeyen hissi bir nostajidir diyerek devam eder bu görüş. Bunun altında, dilin kendiliğinden geliştiği ve bizim kendi amaçlarımız doğrultusunda şekillendirdiğimiz bir araç olmadığı yarı bilinci yatar.

Bir dilin gerilemesinin politik ve ekonomik sebeplerinin olması gerektiği açıktır. Gerilemenin sebebi basitçe şu ya da bu yazarın kötü etkisi değildir. Ne var ki bir sonuç baştaki sebebi pekiştiren ve aynı sonucun daha yoğununu ortaya çıkaran bir sebebe dönüşebilir ve bu döngü sonsuza kadar tekrarlanabilir. Kişi zavallı olduğunu düşünerek kendini alkole verebilir ve içtiği için kendine daha da fazla acıyabilir. İngiliz dilinin başına gelen de budur. Dilimiz çirkin ve hatalı bir hale geldi çünkü düşüncelerimiz aptalca ve dilimizin şapşallığı bizim aptalca düşünmemizi daha da kolaylaştırıyor. Ancak bu geri çevirilebilir. Modern İngilizce, özellikle yazı dili, taklitle yayılan ve yazarın az bir zahmetle kaçınılabileceği kötü alışkanlıklarla dolu. Yazar bu alışkanlıları bırakabilirse daha berrak düşünebilir ve bu politik yenilenmeye doğru atılacak ilk adımdır. Bu nedenle kötü İngilizce’ye karşı verilen mücadele önemsiz ve profesyonel yazarlara has bir iş değildir. Bu konuya birazdan geri döneceğim ve o zamana kadar şimdiye dek söylediklerimin anlamının netleşeceğini umuyorum. Bu arada, günümüzün İngiliz dilinde yazma alışkanlıklarından beş örnek vereceğim.

 

Bu beş paragraf özellikle kötü oldukları için seçilmedi. İsteseydim çok daha kötülerini seçebilirdim. Bu parçalar sıkıntısını çektiğimiz çeşitli zihinsel bozuklukları temsil ediyor. Ortalamanın biraz altında ama uygun örnekler. Kolaylık olsun diye numaralandırıyorum:

 

  1. Bir zamanlar onyedinci yüzyıl Shelley’sine benzememiş olmayan Milton’ın, Cizvit mezhebinin kurucusuna, her geçen yıl daha da tatsızlaşan bir deneyimle, kimsenin tolerans göstermeye ikna edemeyeceği bir şekilde yabancılaştığını söylemenin doğru olup olmayacağı konusunda emin değilim aslında.

Profesör Harold Laski (İfade Özgürlüğü üzerine makale)

 

  1. En önemlisi, tolerans için tahammül etmek ya da sersem etmek için kayba uğratmak gibi seçkin kelime eşdizimlerini esas olarak öneren yerel deyimler pilini har vurup harman savuramayız.

Profesör Lancelot Hogben (Interglossia)

 

  1. Bir yanda özgür kişiliğimiz var: tanım gereği rüya ya da çatışmaları olmadığı için nevrotik değil. Arzuları,kurumsal onaylanmanın bilincin önünde tuttuğu şeyler olduğu için şeffaf; başka bir kurumsal örüntü bunların sayısını ve yoğunluğunu değiştirecektir; içlerinde doğal, indirgenemez, ya da kültürel olarak tehlikeli olmayan çok az şey vardır. Ancak öbür taraftan, Sosyal bağın kendisi, bu kendinden güvenli bütünleşmelerin karşılıklı yansımasından başka bir şey değildir. Aşkın tanımını hatırlayın. Bu tam da küçük bir akademiğin resmi değil midir? Bu aynalar koridorunun neresinde kişilik ya da kardeşlik için bir yer vardır?

Politikadaki Psikoloji üzerine makale (New York)

 

  1. Beyefendiler klüplerinin tüm en “iyi insan”ları ve tüm çılgın faşist liderler, sosyalizme karşı ortak nefret ve kitlesel devrimci haraketin yükselen dalgasından korku üzerinde birleşmiş, emekçi kurumlarının kendileri tarafından yıkımını yasallaştırmak ve devrimci yola karşı savaş adına ajite edilmiş küçük burjuvayı şövenistik coşkuya kaldırarak kışkırtma eylemlerine, kızıştırmalara, zehirlenmiş su kuyuları gibi ortaçağ efsanelerine başvurmuşlardır.

Komünist Bildirisi

 

  1. Bu eski ülkeye yeni bir ruh gark olunacaksa, üstesinden gelinmesi gereken çetrefilli ve çekişmelerle dolu bir reform vardır. Bu B.B.C.’nin insancıllaştırılması ve galvanize edilmesidir. Bu konuda gösterilecek ürkeklik ruhun yozlaşmasının ve körelmesinin göstergesi olacaktır. Britanya’nın nabzı yüksek ve sesli olabilir ama şu anda kükreyen İngiliz aslanlarının sesi  Sheakspeare’in Bir Yaz Gecesi Rüyası’ndaki Bottom gibi  – süt kuzusu gibi – gelmektedir. Adam gibi bir yeni Britanya, sonsuza kadar Langham Palasının efemine rehavetiyle yüzsüzce ‘standart ingilizce’ maskesi altında dünyanın gözüne, daha doğrusu kulağına karşı karalanmaya devam edilemez. Saat dokuzda Britanya’nın sesinde dürüstçe terkedilen “h”leri dinlemek, miyavlayan, masum, mahcup genç kızların kendini beğenmiş, şişirilmiş, tutuk, mürebbiyemsi, cilveyle anıran  seslerini dinlemekten çok daha iyi ve kesinlikle daha az gülünçtür!

Tribune Gazetesinde bir Mektup

 

Bu paragrafların herbirinin kendine has hataları var ancak kaçınılabilir çirkinliğin çok ötesinde, iki özellik hepsinde ortak. Birincisi betimlemelerin bayatlığı; diğeri ise keskinlikten yoksunluk. Ya yazarın kafasında bir anlam var ama bunu ifade edemiyor ya farkında olmadan başka bir şey söylüyor ya da kelimelerinin anlamlı olup olmadığı konusunda kayıtsız. Bu muğlaklık ve beceriksizlik, modern İngiliz düz yazısının ve bilhassa her çeşit politik yazının en belirgin özelliğidir. Belli meseleler söz konusu olduğunda, somut olan soyut olanın içinde erir ve hiç kimse bayağılaştırılmamış bir konuşma tarzı düşünemez: yazılar anlamları için seçilmiş kelimeleri daha az, prefabrik kümes parçaları gibi bir araya getirilmiş tabirleri daha fazla içerir. Yazım sürecinin adetten geçiştirilmesini sağlayan çeşitli hileleri notlarlar ve örneklerle aşağıda sıralıyorum:

 

ÖLÜ METAFORLAR. Yeni uydurulmuş bir metafor, hayal yardımıyla düşünmeye yardımcı olur, öte yandan ‘teknik’ olarak ölü bir metafor (örn. Demir İrade) sıradan bir kelimeye dönüşerek hala canlılığını kaybetmeden kullanılabilir. Ancak bu iki sınıf arasında kışkırtıcı özelliğini yitirmiş ve yalnızca yazarları yeni tabirler üretme sıkıntısından kurtardığı için kullanılan koca bir metafor yığını vardır. Örneğin: Ring the changes on (defaten söylemek), take the cudgels for (birine arka çıkmak), toe the line (hizaya gelmek), ride roughshod over (hor görmek), stand shoulder to shoulder with (omuz omuza vermek), play into the hands of (ekmeğine yağ sürmek), no axe to grind (bir çıkarı olmamak), grist to the mill (çıkarına olmak), fishing in troubled waters (düşene vur demek), on the order of the day (günün koşulları gereğince yapılması gereken), Achille’s hill (yumuşak karın), swan song (jubile), hotbed (şer odakları). Bunların pekçoğu bugün anlamı bilinmeden kullanılmaktadır (örneğin “rahne” nedir. ) ve yazarın umursamazlığının bir belirtisi olarak uyumsuz metaforlar sıklıkla karıştırılır. Bazı metaforların, kullananları bu durumun farkında bile olmadan, orjinal anlamları çarpıtılmıştır. Örneğin; “toe the line (hizaya gelmek)” bazen “tow the line (hizaya çekmek)” şeklinde yazılıyor. Bir başka örnek; “the hammer and the anvil (çekiç ve örs) tür. Günümüzde bu deyim örsün daha kötü durumda olduğunu ima ederek kullanılmaktadır gerçekte ise her zaman çekici kıran örstür, hiçbir zaman tersi görülmemiştir. Durup ne söylediğini düşünen bir yazar bunu farkeder ve deyimi çarpıtmaktan kaçınabilir.

 

TAKMA BACAK FIILLER*. Bunlar yazarı uygun isim ya da fiili seçme sıkıntısından kurtarır aynı zamanda yazıyı simetri görünümü veren fazladan hecelerle doldurur. Bu özellikteki tabirler şunlardır: render inoperative (etkisiz hale getirmek), militate against (karşı ayaklanmak), make contact with (temasa geçmek), be subject to (-e konu olmak), give rise to (sebebiyet vermek), give grounds for (zemin hazırlamak), to have the effect of (etkisine sahip olmak), play a leading part in (-de önemli bir rol oynamak), make itself felt (kendini hissettirmek), take effect (sonucundan etkilenmek), exhibit a tendency (-e eğilim göstermek), serve the purpose of (amacına hizmet etmek) vs.,vs. Buradaki esas nokta basit fiilleri bertaraf etmektir. Kırmak, durmak, bozmak, kastetmek, öldürmek gibi tek kelimelik fiiller ispatlamak, sunmak, oluşturmak, oynamak, çevirmek  gibi yaygın kullanılan bir fiile takıştırılan isim ya da sıfattan oluşan söz öbeklerine dönüşür. Bununla beraber,mümkün olan yerlerde fiilin aktif hali yerine pasif hali tercih edilir ve isim fiiller yerine isimden türetilmiş söz öbekleri kullanılır. (değerlendirerek yerine değerlendirilmesiyle). Fiillerin anlamı –ştırmak ve –mamak ekleriyle daha da kısıtlanır ve bayağı ifadelere –mamak değil (çift olumsuzlama) ile derinlik verilmeye çalışılır. Basit zarf ve bağlaçlar, ile ilgili olarak, göz önünde bulundurularak, gerçek şu ki, kuvvetiyle, -den dolayı, -in yararına, varsayımı üzerine gibi kelime öbekleri ile değiştirilmekte ve cümlelerin sonları, arzulananın çok üstünde, görmezden gelinemez, yakın gelecekte beklenen bir gelişme olarak, ciddiye alınması gereken, tatminkar bir sonuca ulaştıracak, vb. beylik laflar yardımıyla zayıflıktan kurtarılır.

 

KASINTILI SÖZCÜK SEÇİMİ. Phenomenon (fenomen), element (unsur), individual (birey), objective (tarafsız), categorical (kategorik), effective (etkin), virtual (sanal), basic (esas),promote ( teşvik etmek), constitute (teşkil etmek), exhibit(sergilemek), exploit (istismar etmek), utilize (kullanmak), eliminate (bertaraf etmek), liquidate (tasfiye etmek) gibi kelimeler basit bir ifadeyi süslemek ve taraflı yargılara bilimsel tarafsızlık havası katmak için kullanılırken Epoch-makingığır açan),epic (epik), historic (tarihi), unforgettable (unutulmaz), triumphant (muzaffer), age-old (asırlık), inevitable (kaçınılmaz), inexorable (merhametsiz), veritable (hakiki)  uluslararası politakanın iğrenç işleyişini yüceltmeye yarar. Savaşı övmeyi amaçlayan bu demode yazılar genellikle şu kelimelerle başlar: realm (krallık), throne (taht), chariot (iki tekerli savaş arabası), mailed fist (saldırı tehdidi), trident (üç uçlu mızrak), sword (kılıç), shield (kalkan), buckler (siper), banner (sancak),jackboot (kaba kuvvet), clarion (ilan etmek). Yazıya kültürlü  ve seçkin bir hava katmak için Cul de sacıkmaz sokak), ancien regime (devrimden önceki fransız rejimi), deux ex machine (tepeden inme),mutatis mutandis (duruma göre uygulanacak şekilde), status quo (statüko), gleichschaltung (zorlanmış politik mutabakat), weltanschanung (dünya görüşü) gibi yabancı kelimeler kullanılır. i.e (yani), e.g.(örneğin), etc.(vesaire) gibi faydalı kısaltmalar dışında şu anda İngiliz dilinde kullanılan yüzlerce yabancı terimden hiçbirine gerçekte gerek yoktur. Kötü yazarlar ve özellikle bilim, politika ve sosyoloji alanında yazanlar, nerdeyse her zaman Latin ya da Yunan kelimelerin Saxon kökenli kelimelerden daha üstün olduğu düşüncesiyle lanetlenmişlerdir ve sonuçta expedite (süratlendirmek),ameliorate  (ıslah etmek), predict (öngörmek), extraneous (konu dışı), deracinated (kökünden koparılmış), clandestine (gizli kapaklı), subaqueous (su altında) ve bu gibi yüzlerce gereksiz kelime sürekli Anglo-saxon karşılıklarından rol çalmaktadır[1].  Markist yazı diline has jargon hyne (sırtlan),hangman (cellat), cannibal (yamyam), petty bourgeois (küçük burjuva), these gentry (soylular), lacquey (uşak), flunkey (dalkavuk), mad dog (kuduz köpek), white dog (beyaz ordu) gibi Rusça, Almanca ya da Fransızca kökenli kelimeler içerir. Aslında yeni bir kelime türetmenin normal yolu Latince ya da Yunanca kökleri uygun eklerle kullanmak ve gerekli yerlerde sonuna“–ştirme” eklemektir. Deregionalize (yöresellikten çıkarmak), impermissable (müsaade edilemez),extra-marital (gayri meşru),non fragmentary (parçalanmamış) gibi kelimeleri türetmek çoğu zaman aynı anlamını kapsayacak bir İngilizce kelime bulmaktan daha kolaydır ve bunun sonucunda şapşallık ve muğlaklık artar.

 

ANLAMSIZ KELİMELER. Bazı yazılarda, özellikle sanat eleştirisi ve edebi eleştiride, tamamen anlamsız uzun paragraflarla karşılaşmak normaldir[2]. Sanat eleştirisinde romantic (romantik), plastic (plastik), values (değerler), human(insan), dead(ölü), sentimental (hissi), natural (doğal), vitality (canlılık) gibi kelimeler kullanılır. Bunlar, sanat eleştirisinde kullanıldıkları halleriyle, gözle görülür birşey anlatmadıkları gibi okuyanın kafasında da birşey canlandırması beklenmeyen tamamen anlamsız kelimelerdir. Bir eleştirmen ‘Bay X’in yapıtının öne çıkan özelliği canlılığıdır’ derken diğer bir eleştirmen ‘Bay X’in yapıtındaki vurucu nokta onun kendine has ölülüğüdür’ dediğinde okur için bu basit bir fikir ayrılığıdır. Eğer ölü ya da canlı gibi bir jargon yerine siyah ve beyaz gibi kelimeler kullanılsaydı okuyucu dilin uygunsuz bir şekilde kullanıldığını hemen anlardı. Pek çok politik kelime benzer şekilde suistimal edilmektedir. Günümüzde Fascism (Faşizm) kelimesi ‘istenmeyen bir şey’ i belirtmekten başka işe yaramaz. Democracy (demokrasi),socialism ( sosyalizm), freedom (özgürlük), patriotic (vatansever), realistic (gerçekçi), justice (adalet) gibi kelimelerin birbiriyle bağdaştırılamayacak çeşitli anlamları vardır. Demokrasi gibi bir kelimenin üzerinde anlaşılmış bir tanımı olmadığı gibi böyle bir anlaşma girişimi hiç kimsenin işine gelmez. Bir ülkeye demokratik dediğimizde onu övdüğümüz anlaşılır dolayısıyla her türlü rejimin savunucuları rejimlerinin demokrasi olduğunu iddia eder ve bu kelime tek bir anlama bağlanırsa onu kullanamayacaklarından korkarlar. Bu tür kelimeler kasıtlı olarak sahtekarca kullanılır. Şöyle ki; bu kelimeyi kullanan kişinin kendine özgü tanımı vardır ancak hitap ettiği kişilerin oldukça farklı bir şeyi kastettiğini düşünmelerine izin verir. Marshal Petain gerçek bir vatanseverdi, Sovyet basını dünyanın en özgür basınıdır, Katolik klisesi zulüme karşıdır gibi ifadeler daima kandırma niyetiyle yazılır. Değişken anlamlarda sahtekarca kullanılan diğer kelimeler şunlardır: class (sınıf), totalitarian (totaliter), science (bilim), progressive (ilerici), reactionary (gerici), bourgeois (burjuva), equality (eşitlik).

 

Bu hileleri ve çarpıklıkları listelediğime göre, bunların sebep olduğu bir yazım örneği daha vereyim. Bu sefer doğası gereği hayali bir örnek olacak. İyi İngilizceyle yazılmış bir paragrafı modern İngilizcenin en kötü haline çevireceğim. Ecclesiastes’ten bilindik bir ayet:

 

“I returned and saw under the sun, that the race is not to the swift, nor the battle to the strong, neither yet bread to the wise, nor yet riches to men of understanding, nor yet favour to men of skill; but time and chance happeneth to them all.”

 

<<Dönüp baktım ve güneşin altında gördüm ki ne yarış hızlının ne de savaş güçlünün, ne ekmek bilgenin, ne zenginler anlayışlı, ne de lütuf yetenek erbabının, yine de hepsi zamana ve şansa tabi.>>

 

İşte modern İngilizcesi:

 

Objective considerations of contemporary phenomena compel the conclusion that success or failure in competitive activities exhibits no tendency to be commensurate with innate capacity, but that a considerable element of the unpredictable must invariably be taken into account.”

 

<<Çağdaş fenomenin objektif değerlendirmeleri bizi, rekabetçi eylemlerde başarı ya da başarısızlığın doğuştan gelen kabiliyetle orantılı olmadığı, bilinmezliğin hatırı sayılır bir öğe olarak her durumda dikkate alınması gerektiği sonucuna mecbur ediyor.>>

 

Bu bir güldürü ama kocaman olanlarından değil. Yukarıdaki örnek (3), mesela, aynı türde bir İngilizcenin değişik yamalarını içeriyor. Tastamam bir çeviri yapmadığım görülecektir. Cümlenin başı ve sonu aslına yakın ancak ortadaki race (yarış), battle (savaş), bread (ekmek)  gibi somut örneklemeler  ‘rekabetçi eylemlerdeki başarı ve başarısızlık’ gibi muğlak bir ifadenin içinde eriyor. Böyle de olmak zorunda çünkü burada anlattığım modern yazarlardan – ‘Çağdaş fenomenin objektif değerlendirmeleri ‘ gibi bir ifadeyi kullanma yeterliliğine sahip! – hiçbiri düşüncelerini böyle kesin ve ayrıntılı bir şekilde düzenleyemez.  Modern düz yazı somutluktan uzaklaşma eğilimindedir. Şimdi bu iki cümleyi biraz daha yakından inceleyin. Birinci cümle kırk dokuz kelime ama sadece altmış hece içerir ve tüm kelimeleri günlük hayatta kullanılan türdendir. İkincisi otuz sekiz kelime ve doksan hece içerir. Bu kelimelerden on sekiz tanesi Latince biri Yunanca kökenlidir. İlk cümle altı canlı betimleme ve boş sayılabilecek sadece bir ifade içerir (zaman ve şans). İkincisi bir tane bile taze, dikkat çekici ifade içermez ve doksan heceye rağmen sadece birinci cümledeki anlamın kısaltılmış şeklidir. Buna rağmen ikinci cümle türü modern İngilizcede yer edinmektedir. Abartmak istemiyorum. Bu yazım şekli henüz evrensel değil ve bu aleladelik şimdilik kötü yazılmış sayfalarda belirecektir. Yine de bizden insan kaderinin belirsizliği üzerine birkaç satır yazmamız istenseydi, Ecclesiastes’ten çok hayali cümleme yakın şeyler ortaya çıkardı.

Burada göstermeye çalıştığım gibi, modern yazım en kötü haliyle anlamları için seçilmiş kelimeleri ve bu anlamları berraklaştıracak betimlemeleri değil daha önce başkaları tarafından bir araya getirilmiş uzun kelime şeritlerinin birbirine yapıştırılmasını ve tam bir düzenbazlıkla sonuçlara çeki düzen verilmesini içerir. Bu yazı tarzı çekicidir çünkü daha kolaydır. Benim fikrime göre bu gerekçesiz bir varsayımdır ki demek düşünüyorum demekten daha kolay hatta daha hızlıdır. Hazır ifadeleri kullanırsanız sadece kelime arama zahmetinden değil bu ifadeler kulağa hoş gelecek şekilde düzenlendiğinden cümlelerinizin ritmini dert etmekten de kurtulursunuz. Alelacele birşeyler yazarken, örneğin katibe birşeyler yazdırırken ya da topluluk önünde konuşurken, yapmacık, Latinleştirilmiş bir tarzın tuzağına düşmeniz çok doğaldır. Akılda tutmak için gayret etmemiz gereken bir faktör ya da hepimizin hemen kabul edeceği bir sonuç  gibi meşhur laflar bizi birbirine toslayarak gelen pek çok cümleden kurtaracaktır. Bayat metafor, mecaz ve deyimler kullanarak, sadece okurunuz için değil kendiniz için de anlamınızı bulanıklaştırmak pahasına, zihinsel çabadan tassarruf edersiniz. Metafor kullanmanın tek amacı zihinde görsel bir sahne canlandırmaktır. Bu görüntüler çarpıştığında; faşist ahtapot jübile şarkısını söyledi, zorba kazana atıldı cümlelerinde olduğu gibi, yazarın bahsettiği nesneleri hayalinde canlandırmadığı anlaşılır. Başka bir deyişle yazar gerçekten düşünmüyordur. Bu makalenin başında verdiğim örneklere tekrar bakın.  Profesör Laski (1) elli üç kelimelik yazıda beş tane olumsuz kullanıyor. Bunlardan biri lüzumsuz ve tüm paragrafı saçma hale getiriyor, buna ek olarak dil sürçmesi – akin için alien terimi – durumu daha da saçmalaştırıyor ve bu kaçınılabilir beceriksizlikler genel muğlaklığı iyice arttırıyor. Profesör Hogben (2)  öneri yapabilen bir pili har vurup harman savuruyor ve günlük dilde kullandığımız katlanmak ifadesini onaylamazken sözlükten seçkin kelimesinin anlamına bakıp görmeye de istekli değil; (3) . parça, acımasızca eleştirmek gerekirse, tek kelimeyle anlamsız. Okur kastedilen anlamı bir ihtimalle paragrafın içinde geçtiği makalenin tamamı okuyarak ortaya çıkar. (4). de yazar iyi kötü ne söylemek istediğini biliyor ama bayat ifadelerin bir araya gelişi lavaboyu tıkayan çay artıkları gibi anlamını boğuyor. (5). de kelimelerle anlam arasında bir ilişki kalmamış. Bu tarzda yazanlar genelde – bir şeyi sevmeme ve buna karşı diğer bir şeyle dayanışma  – duygularını ifade etmek isterler ancak söylediklerinin ayrıntılarıyla ilgilenmezler. Özenli bir yazar yazdığı her cümlede kendine en az dört soru soracaktır: Ne söylemeye çalışıyorum? Hangi kelimeler bunu ifade eder? Hangi betimleme ya da deyim bunu daha açık bir hale getirir? Bu betimleme etki yaratabilecek kadar canlı mıdır? Ve muhtemelen iki soru daha soracaktır. Daha kısa bir şekilde yazabilir miydim? Kaçınılabileceğim çirkin bir şey söyledim mi? Ama tüm bu sıkıntılara katlanmak zorunda değilsiniz. Zihninizi açıp önceden hazırlanmış ifadelerin kafanıza dolmasını sağlayarak bu işten basitçe kaytarabilirsiniz. İrade cümlelerinizi sizin için kuracaktır – hatta bir yere kadar sizin yerinize düşünecektir – ve hatta gerekirse anlamınızı kısmen sizden bile saklayabilir. Tam da bu noktada dilin itibarının düşürülmesi ve politika arasındaki özel bağlantı netleşir.

 

Günümüzde politik yazıların genellikle kötü olduğu doğrudur. Tersi durumlarda çoğunlukla yazarın parti ilkelerini değil kendi kişisel görüşlerini ifade eden bir tür isyankar olduğu ortaya çıkar. Ortodoks düşüncenin her tonu cansız, taklitçi bir tarz ister. Broşürlerde, makalelerde, manifestolarda, bültenler ve müsteşar konuşmalarında görülen politik dil, tabiki, partiden partiye değişir ancak hepsinin ortak özelliği, hiçbirinde taze, canlı, ev yapımı bir ifade tarzı bulunmamasıdır. Yorgun bir konuşmacının bildik ifadeleri – bestial (barbarca),atrocies( mezalim), iron heel (nalça), bloodstained tyranny (kana susamış tiranlar), free people of the world (dünyanın özgür insanları), stand shoulder to shoulder (omuz omuza vermek) – mekanik bir şekilde sıralamasını izlerken canlı bir insan değil bir kukla izlediğiniz tuhaf fikrine kapılabilirsiniz: ışık konuşmacının gözlüklerine vurduğunda ve onları arkasında göz bulunmayan boş disklere çevirdiği anlarda bu duygu aniden güçlenir. Bu tamamen fantazi değildir. Böyle ifadeleri kullanan bir konuşmacı kendini bir makineye çevirme yolunda bir hayli mesafe almıştır. Gırtlağından uygun sesler gelmektedir ama beyni bu sürece kendi kelimelerini kendi seçtiğindeki gibi dahil değildir. Eğer konuşma tekrar tekrar yapmaya alıştığı bir konuşma ise kilisede vaaza cevap verirken olduğu gibi ne söylediğinin farkında bile olmayabilir. Bu şuursuzluk, herhalükarda politik mutabakat için, gerekli olmasa da, faydalıdır.

Günümüzde, politik konuşmalar ve yazılar çoğunlukla savunulamayacak olanın savunmasıdır. Hindistanda İngiliz yönetiminin devam etmesi, Rus tasfiye ve sürgünleri, Japonya’ya atom bombası atılması gibi konular aslında savunulabilir ancak bu yalnızca insanların yüzleşemeyeceği kadar gaddar ve politik partilerin ileri sürdükleri amaçlarla bağdaşmayacak savlarla yapılabilir. Bu sebeple politik dil, güzel adlandırmalar, kendi kendini kanıtlayan önermeler ve alabildiğine muğlaklıkla dolu olmalıdır. Savunmasız köyler havadan bombalandı, hayvan sürüleri makineli tüfekle tarandı, gecekondular tahrik atışlarıyla ateşe verildi: Buna pasifleştirme denir. Milyonlarca köylünün topraklarına el konuldu ve taşıyabileceklerinden daha fazlasıyla yorgun argın yollara sürüldü: buna nüfusun transferi ya da sınırların düzeltilmesi denir. İnsanlar yargılanmadan yıllarca hapsedildi ya da ensesinden vuruldu ya da Artik kereste kamplarında iskorbütten ölmeye gönderildi: buna güvenilmeyen elemanların bertaraf edilmesi denir.  Böyle ifadeler görüntüleri hatırlatmadan birşeyleri isimlendirmek için gereklidir. Bir İngiliz profesörün Rus mutlakiyetçiliğini savunmasını düşünün. Açıkça ‘muhalifleri öldürerek iyi sonuçlar alacaksanız öldürün’ diyemeyeceği için muhtemelen şuna benzer birşey söyleyecektir:

 

“While freely conceding that the Soviet Regirae exhitaits certain features which the humanitarian may be inclined to deplore, we must, I think, agree that a certain curtailment of the right to political opposition is an unavoidable concomitant of transitional periods, and that the rigours which the Russian people have been called upon to undergo have been amply justified in the sphere of concrete achievement.”

 

<<Sovyet rejiminin Hümanistlerin şikayet etmeye meyilli olabileceği belli özellikler sergilediğini özgürce kabul edilebilir fakat politik muhalefet hakkının bir miktar kısılması, geçiş süreçlerinin doğurduğu kaçınılmaz bir sonuçtur ve Rus halkının katlanması gereken güçlüklerinin somut edinimler alanında fazlasıyla meşrulaştırılabilir olduğunu düşünüyorum.>>

 

Şişirilmiş tarzın kendisi bir çeşit güzel adlandırmadır. Latince kelime yığınları, olayların üzerine ince bir kar gibi yağarak ana hatları bulanıklaştırır ve detayları gizler. Berrak bir dilin en büyük düşmanı samimiyetsizliktir. İnsanın gerçek düşünceleri ve söyledikleri arasında fark varsa mürekkep balığı gibi uzun kelimeler ve bitkin deyimler fışkırtarak kendini gizler. Zamanımızda ‘politikadan uzak durmak’ gibi bir şey söz konusu değildir. Tüm konular politiktir ve politikanın kendisi yalanlar, kaçınmalar, ahmaklık, nefret ve şizofreni yığınıdır. Genel atmosfer kötü olduğunda, dil de bunun acısını çeker. Alman, Rus ve İtalyan dillerinin hepsinin diktatörlük sonucunda, son on on beş yılda gerilediğini düşünüyorum. – doğrulamak için yeterli bilgim olmadığından bu bir tahmindir –

Eğer düşünceler dili bozuyorsa dil de düşünceleri bozabilir. Dilin kötü kullanımı gelenek ve taklitle, bunu daha iyi bilmesi gereken kişiler arasında bile, yayılabilir. Anlattığım ucuz dil bazı yönleriyle oldukça kullanışlıdır.  An unjustifiable assumption (haksız olmayan varsayım), leaves much to be desired (çok yetersiz olmak), would serve no good purpose (hiçbir iyi amaca hizmet etmemek),a consideration which we should do well to bear in mind (göz önünde bulundurulması gereken konu) gibi ifadeler sürekli cezbedici, her zaman yazarın elinin altında bulunan bir paket aspirindir. Bu makaleye şöyle bir bakın tam da karşı olduğum hataları tekrar tekrar yaptığımı göreceğinize eminim. Bu sabah postadan Almanya’daki durumlarla ilgili bir broşür aldım.  Yazar ‘yazmaya mecbur olduğunu’ söylüyor. Tesadüfen açtım ve ilk gördüğüm cümle şu:

 

“(The Allies) have an opportunity not only of achieving a radical transformation of Germany’s social and political structure in such a way as to avoid a nationalistic reaction in Germany itself, but at the same time of laying the foundations of a co-operative and unified Europe.”

 

<<[müttefik kuvvetlerinin] sadece Almanya’nın milliyetçi bir tepki vermesini önlemek için ülkenin sosyal ve politik yapısında radikal dönüşümler gerçekleştirme değil aynı zamanda işbirliği içinde birleşmiş bir Avrupa’nın temellerini de atma fırsatı var.>>

 

Görüyorsunuz, yazmaya ‘mecbur’ hissetmiş – söyleyeceği yeni bir şey var herhalde – yine de kelimeleri içtima borusu*na cevap veren süvari atları gibi kendilerini otomatik olarak o tanıdık sıkıcı şekle sokuveriyor. Yazarın aklının önceden hazırlanmış lay the foundations (temellerini atmak), achieve a radical transformation (radikal dönüşümler gerçekleştirme) gib ifadelerce istilası ancak kendini sürekli buna karşı savunmasıyla önlenebilir. Bu ifadelerin her biri yazarın beyninin bir kısmını uyuşturur.

Daha önce dilimizin yozlaşmasının tedavi edilebilir olduğunu söyledim. Bunu reddedenler, bir görüş oluşturabilirlerse tabi, dilin yalnızca sosyal durumları yansıtacağını ve kelimelerin ya da cümle yapısının doğrudan tamiri ile onun gelişimini etkileyemeyeceğimizi ileri süreceklerdir. Dilin genel tonu ya da ruhu bakımından bu doğru olabilir ancak ayrıntılarda değil. Aptal kelime ve ifadelerin çoğu devrimsel bir süreç sonucu değil azınlığın bilinçli eylemleriyle zaman içinde yokolur. Son zamanlarda, bir kaç gazetecinin dalga geçmesi sonucu yok edilen iki örnek explore every avenue (her yola başvurmak) ve leave no stone unturned (aramadık yer bırakmamak)tır. Bu işle yeterince kişi ilgilenirse benzer şekilde kurtulabileceğimiz uzun bir sineklenmiş metaforlar listesi var; yine aynı şekilde olumsuzu olumsuzlayan ifadeleri[3] gülerek yoketmek, ortalama bir cümlede Latince ve Yunanca kökenli kelimelerin sayısını azaltmak, yabancı ifadeleri ve başıboş bilimsel kelimeleri defetmek ve genel olarak yapmacıklığı demode hale getirmek de mümkündür. Ancak tüm bunlar önemsiz noktalar. İngiliz dilinin savunması bundan daha fazlasını ifade eder, ve muhtemelen ne olmadığını söylemekle başlamak en iyisi.

Öncelikle bu işin eski kelimelerin ya da deyimlerin kurtarılmasıyla ya da asla terkedilmemesi gereken standart bir İngilizce oluşturulmasıyla ilgisi yoktur. Aksine yıpranmış tüm kelime ve deyimler hurdaya ayrılmalıdır. Yazarın anlamını net oldukça doğru dilbilgisi, söz dizimi, Amerikanlaşma ya da ‘iyi yazım tarzı’ denilen şey önemli değildir. Öte yandan bu İngilizcenin yalandan basitleştirilmesi ve yazılı İngilizcenin günlük konuşma diline benzetilmesi demek değildir. Her durumda Latince kökenli kelime yerine Saxon kelimenin tercih edilmesini bile ima etmez, ama anlamı kapsayacak en az sayıda ve en kısa kelimelerin kullanılmasını ifade eder. Herşeyden önce istenen anlamın kelimeyi seçmesidir, tersi değil. Düz yazıda, yazarın kelimelerle yapabileceği en kötü şey onlara teslim olmaktır. Somut bir nesneyi düşündüğünüzde, kelimesiz düşünürsünüz ve sonrasında gözünüzde canlandırdığınız şeyi tanımlamak isterseniz, uygun kelimeyi bulana kadar onu arasınız. Soyut bir şey düşündüğünüzde en başından kelimeleri kullanmaya meyillisinizdir ve bunu engellemek için bilinçli bir çaba harcamadığınız sürece mevcut dil başınıza üşüşecek ve işi anlamınızı bulanıklaştırmak hatta değiştirmek pahasına sizin için yapacaktır. Herhalde en iyisi kelimeleri kullanmayı mümkün olduğunca ertelemek ve anlamı resim ve duygularda olduğu gibi net olarak almaktır. Sonrasında yazar anlamı en iyi aktaracak ifadeleri  seçer – kabul etmekle yetinmez – ve onun etrafında dönüp kelimelerinin başka bir insanda nasıl bir etki yaratabileceğine karar verir. Zihnin bu son çabası tüm karmaşık ve bayat görüntüleri, önceden hazırlanmış ifadeleri, gereksiz tekrarları ve genel olarak hile ve muğlaklıkları ortadan kaldırır. Ama bazen insan bir kelimenin ya da ifadenin etkisi konusunda şüpheli olabilir ve içgüdüsü yanıldığında dayanacağı kurallara ihtiyacı olabilir. Sanırım aşağıdaki kurallar çoğu durumda işe yarayacaktır:

 

  1. Basılı yayınlarda görmeye alışkın olduğunuz metaforları, mecazları ve konuşmanın diğer şekillerini asla kullanmayın.
  2. Kısa bir kelimeyi kullanabileceğiniz yerde asla uzun bir kelime kullanmayın.
  3. Eğer bir kelimeyi atabiliyorsanız o kelimeyi atın.
  4. Aktif fiilleri kullanabileceğiniz yerde pasif fiilleri kullanmayın.
  5. Günlük İngilizcede bir karşılığını bulabildiğiniz yabancı ifadeyi, bilimsel kelimeyi ya da jargonu asla kullanmayın.
  6. Herhangi bir şeyi kabaca söylemek yerine yol yakınken bu kuralları bozun.

 

Bu kurallar temel kurallar gibi geliyor ve evet öyleler ancak bugünlerde moda olan tarzda yazarak büyümüş kişilerin yaklaşımlarında derin değişiklikler yapmasını gerektiriyor. Kişi tüm bunlara uyup hala kötü bir İngilizceyle yazabilir ama makalenin başında bahsettiğim beş örnekteki gibi şeyler yazamaz.

Burada dilin edebi anlamda kullanımını hesaba katmıyorum. Dile sadece düşünceleri ifade etmenin ve gizleyip engellememenin bir aracı olarak bakıyorum. Stuart Chase ve diğerleri tüm soyut kelimelerin anlamsız olduğunu iddia edecek kadar ileri gitmişler ve bunu politik dinginciliğin bir savunması olarak kullanıyorlar. Faşizmin ne olduğunu bilmediğinize göre, faşizme karşı nasıl mücadele verebilirsiniz? İnsan bu gibi saçmalıkları yutmamalı ancak mevcut politik kaosun dilin bozulmasıyla bağlantılı olduğunu bilmeli ki sözel taraftan başlayarak bazı iyileştirmeler getirebilsin. İngilizcenizi basitleştirirseniz, ortadoksluğun ahmaklıklarından kurtulmuş olursunuz, gerekli ağızların hiçbiriyle konuşamazsınız ve aptalca bir görüş bildirdiğinizde, aptallığını kendiniz bile hemen anlarsınız. Politik dil – çeşitlemeleriyle birlikte muhafazakarlardan anarşistlere kadar tüm partiler için bu doğrudur – yalanları doğru göstermek, cinayeti saygın kılmak ve metanet  görüntüsü dalgalandırmak için tasarlanmıştır. İnsan bunu tek seferde değiştiremez ama en azından kendi alışkanlıklarını değiştirebilir ve hatta zaman zaman yeterince yüksek sesle dalga geçerse, eskitilmiş, kullanışsız ifadeleri – jackboot (zorba), Achille’s Heel (yumuşak karın), hotbed (şer odağı), melting pot (eritme potası), acid test (zorlu test), veritable inferno (tam bir cehennem) – ait olduğu yere, çöpe, atabilir.

1946

 

 

[1] Bunun ilginç bir örneği çok yakın zamana kadar kullanımdaki İngilizce çiçek isimlerinin Yunanca olanlarıyla değiştirilmesidir. Aslan ağzı antirrhinum’a unutma beni çiçeği myositis’e vb. dönüştü. Bu modadaki bu değişim için kullanışlı bir sebep bulmak zor: muhtemelen içgüdüsel olarak Yunanca kelimenin daha bilimsel olduğunu boş fikriyle daha gösterişsiz kelimelere yüz çevirme yüzünden.

[2] Örneğin: Comfort’un algı ve görüntünün katolikliği garip bir şekilde Whitmanesvaridir, estetik zorlantı da nerdeyse tam olarak karşıt …….

[3] Kişi şu cümleyi ezberleyerek kendini olumsuzu olumsuzlama hastalığından kurtarabilir: siyah olmayan bir köpek, küçük olmayan bir tavşanı yeşil olmayan bir düzlükte takip ediyordu.

 

*Çevirmen notu: ”Takma Bacak Fiiller” ve “içtima borusu”  bu makaleyi 1977’de çeviren Prof. Dr. Ahmet E. Uysal’ın metninden alıntıdır.

 

 

Gezegenin Geleceğine İnce Ayar!

Yasal terminolojide should / shall farkı

Aralık 2015’te Paris’te yapılan Fransa Dışişleri Bakanı Laurent Fabius’un başkanlığında düzenlenen ve 195 ülke liderinin katıldığı COP21 İklim Değişikliği Konferansı’nda üzerinde mutabakata varılan metinde son anda bir sorun çıktı.

A.B.D. Dış İşleri Bakanı metnin daha önceki tüm taslaklarında “should” olarak geçen bir kelimenin bilinmeyen bir sebeple “shall” olarak değişmiş olmasının kabul edilemeyeceğini söyledi.

O meşhur shall anlaşma metninin 4.4. maddesinde şu şekilde geçiyor:

“Developed country Parties shall continue taking the lead by undertaking economy-wide absolute emission reduction targets. Developing country Parties shall continue enhancing their mitigation efforts, and are encouraged to move over time towards economy-wide emission reduction or limitation targets in the light of different national circumstances.”

Yıllardır üzerinde çalışılan sera gazı düzenlemelerini neredeyse sekteye uğratacak bu farklılık aslında göründüğü kadar önemsiz değil. Çünkü yasal terminolojide should zayıf bir yükümlülük doğururken “shall” yasal olarak yapılması gereken anlamına gelir ve hukuki açıdan kesinlikle bağlayıcıdır.

Dünyanın en fazla sera gazı salan ikinci ülkesi olarak hala son anda kaypakça bahaneler üreterek küresel etikte sınıfta kalan A.B.D.’ne dilbilgisine verdikleri önem açısından hakkını teslim etmeliyiz.

Unutmayın yasal metinlerde her kelime, her virgül çok önemli!